HÜRRİYET

30 Aralık 2012 Pazar

Fen ve Teknoloji DENEME 1

1- Pozitif (+) ve negatif (-) elektrikle yüklenmiş atom ve atom gruplarına ne ad verilir?
A) Elektron                  B) İyon             C) Nötron             D) Proton
2- Kalıtsal karakterlerin nesilden nesile aktarılmasını sağlayan yapılar nelerdir?
A) Çekirdekçik             B) Kromozomlar           C) Çekirdek zarı            D) Lizozom
3- –2 yüklü bir iyonun +2 yüklü hale geçmesi için aşağıdakilerden hangisini yapması gerekir?
A) 4 elektron alması       B) 4 elektron vermesi     C) 2 proton vermesi      D) 4 proton vermesi
4- iyonuyla L+2 iyonu eşit sayıda elektron bulundurduğuna göre; L atomunun atom numarası 
kaçtır?
A) 17                        B) 18                                 C) 20                           D) 21
5- K – 2, L+2, M – 3, N+1 iyonlarının elektron sayıları eşit olduğuna göre, hangisinin atom numarası en küçüktür?
A) K                          B) L                                    C) M                          D) N
6- Zıt yükü iki iyonun birbirini çekmesi sonucu oluşan bağa ne ad verilir?
A) İyonik bağ             B) Kovalent bağ                   C)Epik bağ               D)Sıkı bağ
7- 2X ------> 2CaO + 2CO2 Denkleminde, X maddesinin molekül formülü nedir?
A) Ca2CO3               B) Ca2C2O4                      C) CaCO3               D) CaO4
8- YCH3O + 5O2 --------> 4CO2 + 6H2O Denkleminde Y ile belirtilen yere aşağıdakilerden hangisi yazılmalıdır?
A) 12                       B) 8                                       C) 6                              D) 4
9- C2H5OH + XO2 ------> 2CO2 +3H2O Denkleminde X’in değeri hangisidir?
A) 4                          B) 3                                     C) 2                                D) 3/2
10- CaCl2 + X ---------> CaSO4 + 2NaCl Denkleştirilmiş tepkime denkleminde X ile belirtilen bileşiğin yapısında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
A) Na                       B) S                                     C) O                                D) Cl
11- Aşağıdaki göz kusurlarından hangisi tedavi edilemez?
A) Renk körlüğü         B) Miyop                           C) Katarkt                       D) Astigmat

7 Aralık 2012 Cuma

Fotosentezin En Önemli Elemanı: KLOROFİL MOLEKÜLÜ

Fotosentez, yeşil bitkilerin ve bazı tek hücreli mikroorganizmaların gerçekleştirdiği kimyasal bir işlemdir. Buna göre bu canlılar Güneş ışınlarını bir enerji kaynağı olarak kullanarak, karbondioksit ve hidrojeni birleştirirler ve bu yolla besin ve oksijen üretirler. Güneş enerjisini bedenimize alabilmemizin tek yolu ve yeryüzündeki oksijen döngüsü
nün tek kaynağı bu canlıların gerçekleştirdikleri fotosentez işlemidir. Fotosentez gibi bir işlem olmadan, yeryüzünde canlı hayatından bahsetmek mümkün değildir.
Fotosentezi yeryüzünde belirli canlıların gerçekleştirebilmesinin tek sebebi bu canlıların "klorofil" molekülüne sahip olmalarıdır. Bu mucize moleküle sahip olan canlı, besin elde edebilmek, kısacası yaşayabilmek için artık başka kaynakların varlığına ihtiyaç duymayacaktır. O, enerjisini ve besinini Güneş'ten doğrudan alabilir. Ancak böyle bir molekülün varlığı ve bu molekülün işlemlerini gerçekleştirmesi çok da kolay değildir. Bunun bir göstergesi, klorofil molekülünün yapısının bilinmesine ve 21. yüzyılın üstün teknolojisine rağmen, hala fotosentez sisteminin bir benzerinin yapay olarak gerçekleştirilememiş olmasıdır. Bir yaprak içinde bu molekülün harekete geçebilmesi ve görevini yerine getirebilmesi için yüzlerce enzim görev yapmaktadır.
Fotosentez sırasındaki işlemler son derece komplekstir. Klorofil, Güneş'ten gelen ışığı alarak kimyasal enerjiye çevirir. Bunun ardından, elektron transfer sistemi adı verilen bir işlem başlar. Bu işlem gerçekleşirken su molekülleri parçalanır. Suyun parçalanması sonucunda serbest kalacak olan atomlar hidrojen ve oksijendir. Serbest kalan bu atomlardan hidrojen atomu bitki içerisinde tekrar kullanılırken, oksijen atomları atmosfere bırakılır. Fotosentez işlemi yapan bitkinin yeryüzünde oksijen dengesini sağlamasının nedeni budur. Şu an soluduğumuz oksijen herhangi bir yeşil bitkinin, sahip olduğu klorofil molekülü sayesinde parçaladığı suyun oksijenidir. Eğer bu molekül veya bu molekülün hareketlenmesini sağlayan enzimler olmasaydı, şu anda varlığımızdan eser olmayacaktı.
Klorofil molekülünü ihtiva eden yapı kloroplast pigmentidir. Bu pigmentin içinde küçük ve yuvarlak yapılar bulunur. Bu yapılara grana adı verilir. Klorofil molekülleri granaların içinde bulunurlar ve fotosentez basamaklarının bazıları bu bölgede meydana gelir. Kloroplast pigmenti Güneş ışığına maruz kaldığında hareketlenmeye başlar ve yaprak hücresinin içinde sürekli olarak dolanır. Bu hareketin nedeni ise Güneş ışığından maksimum verim alabilmesidir. Kloroplast pigmentinin rengi yeşildir. Fotosentez yapabilen canlıların yeşil renge sahip olmalarının sebebi budur. Pigmentin yeşil renge sahip olmasının nedeni de hem mor hem de kızıl ışığı emebiliyor olmasıdır. Bu renkleri oluşturan dalga boyları fotosentez işlemi için önemli birer enerji kaynağıdırlar.

Bu küçücük molekülün gerçekleştirdiği işlemin çapı gerçekten de son derece büyüktür. Yapılan tahmini hesaplara göre yeryüzünde her yıl bitkiler tarafından kullanılan su miktarı 280 milyar ton, CO2 miktarı 680 milyar ton ve bu maddelere karşılık olarak atmosfere bırakılan oksijen miktarı ise 500 milyar tondur.50 Bu rakamlar, bu molekülün gerçekleştirdiği işlemlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermektedir. Yeryüzündeki tüm yeşil yaprakların her hücresine büyük bir itina ve kusursuz bir düzen ile bu mucize molekül yerleştirilmiş ve bu molekülün harekete geçmesi için yüzlerce enzim görevlendirilmiştir.

6 Aralık 2012 Perşembe

Kabakulak Nedir?

Kabakulak virüse bağlı bir hastalıktır. Bu virüs kökenli enfeksiyonun en belir­gin patolojik görünümü, tükürük bezle­rinin ileri derecede şişmesidir. Bu du­rum belirli bir baskıya ve ağnya neden olur. Enfeksiyonun yayıldığı bezin tamamı kanla dolar, tükürük bezlerini çevreleyen kapsülde küçük kanamalar ortaya çıkar. Asinüslerin (salgıbezini oluşturan küçük loblar) hücrelerinde değişik düzeylerde doku Ölümü (nek­roz) gelişir. Bu arada tükürük kanalları­nın çeperleri kalınlaşmıştır. Hastalık at­latıldıktan sonra, asinüs hücreleri ken­dilerini yeniler ve bozulmuş olan tükü­rük bezleri normale döner.Kabakulak, ates, basagrısı ve tükürük bezlerinin iltihaplanmasına neden olur. Bazen beyni çevreleyen zarda iltihaplanmaya yol açar. Ancak, hastalıgın kalıcı yan etkileri ender olarak görülmektedir. Bu hastalık ayrıca kalıcı sagırlıga da neden olabilir. Kabakulak, hasta olan kisinin öksürme ve aksırması sırasında çıkan tükürük damlacıkları aracılıgıyla geçebilir. Hastalıga yakalanan bes ergin ya da yetiskin erkekten yaklasık birisinde erbezlerinde (testislerde) agrılı iltihap ve sislik görülmektedir. Bu durumdaki erkekler genellikle tamamen iyilesmekte, ancak bu komplikasyon ender olarak kısırlıga yol açabilmektedir.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Mutasyon Nedir?

Mutasyon, canlının genetik yapılarında meydana gelen değişmelerdir. Bireyin kalıtsal özelliklerinin ortaya çıkmasının sağlayan genetik şifre herhangi bir nedenden dolayı (X ışını, radyasyon, ultraviyole, bazı ilaç ve kimyasal maddeler, ani sıcaklık değişimleri ) bozulabilir. Bu durumda DNA’nın sentezlediği protein veya enzim bozulur. Böylece canlının, proteinden dolayı yapısı, enzimlerinden dolayı metabolizması değişebilir. Mutasyonlar spontan ya da uyarılmış olarak oluşabilir. Spontan mutasyonlar genellikle doğada kendiliğinden oluşan mutasyonlar olup bir bazın yer değiştirmesi şeklindedirler. Uyarılmış mutasyonlarda ise bir X ışını gibi yapay bir faktör bulunur.
Bununla birlikte mutasyonun en önemli sonuçlarından biri, bir sonraki kuşağa farklı genetik özellikler aktarılmasına neden olmasıdır. Bu ise farklı fiziksel özelliklere sahip bireylerin üremesidir.
Çekinik olan mutasyonlar ileriki döllerde ortaya çıkabilir. Dominant olanları fenotip yapıda hemen ortaya çıkabilir.
Mutasyonun diğer bir sonucu da hücre bölünmesindeki kontrol mekanizmasını ortadan kaldırabilmesidir. Bunun bilinen en tehlikeli sonucu ise hücrenin kontrolsüz bölünmesi yani kanserdir.

4 Aralık 2012 Salı

RNA İle İlgili Son Bilgiler Çığır Açıyor..

Hücre içerisinde RNA’nın faaliyetlerini izleyebilmek, bugüne kadar mümkün değildi. Ancak; bilim adamları geliştirdikleri üst düzey bir mikroskop ve dedektör sistemi sayesinde RNA’nın hücre içerisindeki hareketlerini gözlemlemeyi başardılar.
Çıkan sonuçlar ise; bugüne kadar RNA hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimizi ortaya koydu.
İşte RNA hakkında öğrendiklerimiz:
*Hücre zarının dış çeperi boyunca yerleşmiştir. Hücre stoskeletini (hücre iskeletini) üreten proteinlerdekine benzer sarmalımsı yapılar örerler. Bu yapılar, DNA’nın kopyalanarak çoğaltılmasında, hücre bölünmesinde ve diğer önemli işlemlerde görev almaktadır.
*Bunlar, bakteri hayatındaki tüm değişiklikleri kontrol eden gerekli elementlerdir.
*RNA, DNA ve proteinden farklı olarak çok daha hareketli, adeta mobildir; daha az oranda durağandır.
Buradaki bilgiler, evrimciler açısından son derece üzücü haberlerdir. Çünkü yıllardır
ideolojilerinin bilimsel kılıfını teşkil eden evrim teorisi için yıkıcı niteliktedir.
RNA olmadan, hücrede DNA’nın kopyalanması işleminin gerçekleşemeyecek olması demek; DNA ile RNA’nın hücrede aynı anda var olmasının zorunlu olduğu anlamına gelmektedir. Bu da, kör tesadüflerin yürüttüğü bir deneme yanılma sürecine değil; her şeyin bilgisine hakim, tek bir Akıl tarafından yaratılışın delilidir.
Hücre bölünmesinde, RNA’nın oynadığı rol ise; son derece çarpıcıdır. Bu şu demektir: İlk hücre var olduğu anda, içerisinde RNA’yı barındırmıyorsa; bölünüp çoğalamayacak ve yaşam daha başlamadan bitecektir.
RNA’nın hücre içerisindeki yerinin sabit olmaması ve hareketli olması ise; son derece mucizevi bir durumdur. RNA’nın hücre içerisindeki yerini ve hareketini bugün takip edebilmemiz 21.yüzyıl teknolojisiyle bile kısmen mümkün olabiliyorken; akıl ve şuurdan yoksun bir hücrenin milyonlarca yıl önce –tabiri caizse- kendi anatomisini ve yapısını inceleyip RNA’nın görevlerini belirlemesi ve bu görevlerine uygun olarak ona bir yer verebilmesi ve bölünen her hücrede de -sürekli hareket eden bir organel olmasına rağmen- Rna’nın yerini hücre zarının dış çeperinde tutabilmesi gibi bir durum elbette mümkün değildir.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Kuvvetler İş Başında


Durmakta olan cismi hareket ettiren, hareket durumundaki cismi durduran, hızını veya yönünü değiştiren ya da cisimlerin biçimini değiştiren etkiye kuvvet denir. “F” ile gösterilir.Vektörel (yönlü) bir büyüklüktür.



Kuvvetin elemanları: Etki noktası, etki doğrultusu, etki yönü ve büyüklük.
Kuvvetin etkileri: Kuvvetin; hareket ettirici, durdurucu ve yön değiştirici etkileri vardır.
Kuvveti nasıl ölçeriz?: Kuvvetin ölçülmesi için maddelerin esnekliğinden yararlanılır. Cisimlerin esneklik özelliklerinden yararlanılarak yapılan araçlara dinamometre, el kantarı ya da yaylı kantar adı verilir. Dinamometreler, kuvvet ölçmede kullanılır. Kuvvetin birimi Newton’ dur. Kısaca “N” ile gösterilir.

2 Aralık 2012 Pazar

Yaşamımızdaki Sürat

YAŞAMIMIZDAKİ SÜRAT 
1- Hareket
2- Yörünge
3- Sürat
4- Hareket Çeşitleri
5- Hareket Enerjisi
YAŞAMIMIZDAKİ SÜRAT :
1- Hareket :
Bir cismin sabit kabul edilen bir noktaya göre zamanla yer değiştirmesine hareket denir. Cismin hareketi sırasında seçilen sabit noktaya başlangıç noktası veya referans noktası denir.
Bir cismin hareketli olup olmadığı seçilen başlangıç noktasına göre belirlenir. Cisim bir noktaya göre hareketli iken başka bir noktaya göre hareketsiz olabilir.
Evrende bulunan bütün cisimler hareketlidir. (Seçilen başlangıç noktaları ayarlanarak bütün cisimler hareketli olarak gözlenebilir).
Örnek :

• Otobüs içinde oturan yolcular, otobüs hareket halinde iken birbirlerine göre
hareketsizken, dışarıdan bakan bir gözlemciye, ağaca ya da yere göre hareketlidirler.
• Dünya üzerinde bulunan insanlar, Dünya’yı hareketsiz olarak görürler. Uzaydan Dünya’ya bakan gözlemci Dünya’nın hareket ettiğini gözleyebilir.
• Güneş, Samanyolu Galaksisi etrafında dolandığı için Güneş’te hareketlidir.
2- Yörünge :
Bir cismin hareketi sırasında izlediği yola yörünge denir. Cismin yaptığı hareketin çeşidi, yörüngesine göre belirlenir.
• Cismin yörüngesi düz ya da doğru şeklinde ise cismin yaptığı harekete doğrusal hareket denir.
• Cismin yörüngesi eğri şeklinde ise cismin yaptığı harekete eğrisel hareket denir.
• Cismin yörüngesi daire şeklinde ise cismin yaptığı harekete dairesel hareket denir.


Doğrusal Hareket Eğrisel Hareket Dairesel Hareket

SORU :

1- Uçaktan atlayan paraşütçülerin yeryüzüne doğru hareket etmesini sağlayan nedir?
2- Paraşütçünün yere düşünceye kadarki sürati hakkında ne söylenebilir?
3- Paraşütün açılması, paraşütçünün hareketini nasıl etkilemiştir?

30 Kasım 2012 Cuma

Hareket Çeşitleri

a) Düzgün Doğrusal Hareket (DDH) (Sabit Hızlı = Süratli Hareket) (SHH) :
Bir cismin sürati hareketi süresince değişmeyip sabit kalıyorsa ve cisim bir doğru boyunca hareket ediyorsa cismin yaptığı bu harekete düzgün doğrusal hareket veya sabit süratli (hızlı) hareket denir.
Sabit süratli harekette;
• Cisim eşit sürelerde eşit yollar alır.
• Cismin sürati hareketi boyunca değişmeyip sabit kalır.
Yol – Zaman Grafiği :
Hareketli, hareketi süresince eşit sürelerde eşit yollar alır ve bu nedenle sürati sabittir.
Hareketlinin yol – zaman grafiğinden sürati bulunur. Grafikten seçilen her hangi bir noktanın zaman ve yol eksenlerini kestiği noktalar bulunur. Bu noktalara karşılık gelen değerler sürat formülünde yerine yazılarak sürat hesaplanır.


Sürat – Zaman Grafiği :
Hareketli, hareketi süresince eşit sürelerde eşit yollar alır ve bu nedenle sürati sabittir. Zaman değişse bile sürat değişmez.
Hareketlinin sürat – zaman grafiğinden aldığı yol bulunur. Sürat – zaman grafiğinin altında kalan alan hareketlinin aldığı yolu verir.


b) Düzgün Hızlanan Doğrusal Hareket (DHDH) :
Bir cismin hızı hareketi süresince eşit zamanlarda eşit miktarlarda artıyorsa ve cisim bir doğru boyunca hareket ediyorsa cismin yaptığı bu harekete düzgün hızlanan doğrusal hareket denir.
Düzgün hızlanan doğrusal harekette;
• Cismin sürati eşit sürelerde eşit miktarlarda artar.
c) Düzgün Yavaşlayan Doğrusal Hareket (DYDH) :
Bir cismin hızı hareketi süresince eşit zamanlarda eşit miktarlarda azalıyorsa ve cisim bir doğru boyunca hareket ediyorsa cismin yaptığı bu harekete düzgün yavaşlayan doğrusal hareket denir.
Düzgün yavaşlayan doğrusal harekette;
• Cismin sürati eşit sürelerde eşit miktarlarda azalır.

Sürat Birimleri

 Sürat :
Hareketli bir cismin belirli bir yolu ne kadar zamanda aldığını gösteren büyüklüğe sürat denir.
Bir cismin hareketi süresince aldığı toplam yolun, cismin toplam hareket süresine bölümüne sürat denir.
Bir cismin birim zamandaki aldığı yol miktarına sürat denir.
Bir cismin süratini, o cisme etki eden kuvvet etkiler.



29 Kasım 2012 Perşembe

BLAİSE PASCAL'IN HAYATI (19 Haziran 1623- 19 Ağustos 1662)

Blasie Pascal; Fransız matematikçisi, fizikçisi, felsefecisi ve yazarıdır. Akışkanlar yasalarından biri olan pascalı bulmuştur.
Clermont Vergi Mahkemesi başkanı olan babası iyi bir matematikçi ve bilgili bir kişiydi. Karısının ölümünden 5 yıl sonra ailesiyle birlikte Paris ‘e yerleşti. Fiziğe ve matematiğe duyduğu ilgiden dolayı dönemin tanınmış edebiyat ve bilim adamlarıyla bağlantı kurdu. Küçük yaşta gelişen yetenekleri sayesinde birlikte olduğu çevreye yabancılık çekmedi. Babasıda oğlunun bu yeteneklerini farkedince oğluna ders vermeye başladı.
Henüz çocuk denilecek yaştayken, Eukleides’in ilk 32 teorisini öğrenen, 11 yaşında sesler üstüne bir inceleme yazan (Tratie surles sons (sesler üstüne inceleme)) Blasie Pascal, 12 yaşına gelince kendi kendine geometri öğrendi. Daha sonra sesin hızını ölçen P.Mersone’in (1588-1648) düzenlediği bilginler arası toplantılara katıldı. Pascal 16 yaşında Desan ques‘in 1639’da izdüşümsel geometri kitabından esinlenerek Essai sur les coniques (konikler üstüne deneme) adlı yapıtını yazdı. 1639’da Rouen’da maliye dairesinde önemli bir göreve atanan babasıyla birlikte gitti, onun işlerini kolaylaştırmak amacıyla bir hesap makinesi tasarladı. Jansenusçula bağlandı. Bu arada Toriçelli’nin tüpler içinde sıvıların yükselmesi, havanın ağırlığı vb. üstüne deneylerini yineledi, boşluk konusunda çalışmalar yaptı. 1647’de “Boşlukla İlgili Yeni Deneyler” adlı incelemesini yayımladı. Boşluk incelemesine girişide bu dönemde yazdı.
1647’den sonra kız kardeşi jacquleline ile Paris’e yerleşmiş olan Pascal’ın sağlık durumu iyiden iyiye bozulmuştu. Doktorların önerilerine uyup gezip dolaşmaya, salonlara girip çıkmaya başladı, liberten kişilerle bağlantı kurdu.
1651’de babası ölmüş, kızkardeşiyle Port Royal Manastır’a gitmiştir. Pascal’ın monden yaşamı 1654’te sona ermişti. Çünkü fikirleri değişmişti. 23 Kasım 1654’te şiddetli bir diş ağrısı nedeniyle uykusuz geçen bir gecede sikloit eğrisi üzerinde düşünmeye başlayan Pascal, bunu izleyen sekiz gün içnde sikloite ilişkin önemli buluşlar ve Port Royal’a girişinden sonraki tek bilimsel çalışması “Sikloit Üzerine” (1658) adlı yapıtını yayımladı. Pascal “Hristiyan Dininin Savunması” adlı bir yapıt yayımlamayı düşünüyorken öldü.

28 Kasım 2012 Çarşamba

DNA ÜZERİNDEKİ FOSFATIN ÖNEMİ

Fosfatlar, DNA üzerindeki nükleotid bazları birarada tutarlar. Çünkü DNA sarmalı su içeren bir ortamda işlev yapar ve su da fosfatlar ile şekerler arasındaki bağları parçalar. Bu bakımdan DNA üzerindeki fosfat gruplarının eksi yüklü olması hem bir avantaj hem de bir gerekliliktir. Bu eksi yük sayesinde DNA'nın bulunduğu sulu ortamda parçalanma ihtimali engellenmiş olur.
Fosfattan başka hangi bileşik bir yandan kimyasal bağ kurup, bir yandan da eksi yüklü kalmayı başarabilir diye sorulacak olursa, çeşitli ihtimaller vardır.
Ancak bunların hiçbiri genetik bilgiyi oluşturma özelliğini fosfat gibi gerçekleştiremez. Örneğin silisik asit ve arsenik esterler suda hızla parçalanırlar; sitrik asit ise suda daha yavaş parçalansa da, molekülün geometrisini sağlayacak kararlılıkta değildir.Dolayısıyla fosfatın kendine has özellikleri olmasaydı, DNA çifte sarmalı olmayacak, kendini kopyalayabilen bu biyokimyasal sistem kurulamayacak ve canlılıktan söz etmek mümkün olmayacaktı. Ünlü kimya profesörü Frank Henry Westheimer bu özel durumla ilgili "tüm bu koşullar ancak fosforik asit ile karşılanabilir ve görünürde başka bir alternatif de yoktur.''demektedir.

27 Kasım 2012 Salı

RAKAMLARLA HÜCRE

*Bir insandaki toplam hücre sayısı 100 trilyon
*Bir insandaki farklı hücre çeşitleri 210 kadar
*Her saniye ölen hücre sayısı yaklaşık 50 milyon
*Her saniye yeni yaratılan hücre sayısı yaklaşık 50 milyon

*Toplam alyuvar sayısı (eritrosit) 25 trilyon
*Toplam akyuvar sayısı (lökosit) 25-100 milyar arası
*Toplam sinir hücresi sayısı 30 milyar (Bir sinekte 100 bin, fare beyninde ise 10 milyon sinir hücresi vardır)
*Beyin kabuğundaki (korteks) sinir hücresi sayısı 10 milyar
*Beyincik korteksindeki hücre sayısı 10 milyar
*Bütün sinir hücrelerinin toplam sinaps sayısı 100 trilyon
*Normal hâlde günlük ölen sinir hücresi sayısı 50.000-100.000
*Bir hatırlama sürecinde faal olan beyin hücresi sayısı 10 milyon-100 milyon
*Mide asiti üreten hücre sayısı (erkekte) yaklaşık 1 milyar (kadında) yaklaşık 820 milyon
*En küçük hücre olan spermlerin boyu 3-5 µm
*Beyindeki glia hücrelerinin boyu 5 µm
*En büyük hücre olan yumurta hücresinin çapı 100-120µm
*Bir karaciğer hücresinin ortalama büyüklüğü 30-50µm

25 Kasım 2012 Pazar

ARŞİMET’İN HAYATI

Eski Yunan matematikçi ve fizikçisidir. (Syrakusai M.Ö. 287-ay.y. 212) Genç yaşta öğrenimini tamamlamak ve ünlü bilim adamı Eukleides’ in derslerini izlemek üzere Antik çağın kültür merkezi olan İskenderi‘ ye gitti. Yer kürenin çevresini zamanına göre çok iyi bir yaklaşımla veren Eratusthenes ile tanıştı. Yurduna döndükten sonra kendini tamamıyla ilmi çalışmalara adadı. Matematik, fizik ve astronomi üzerinde çalıştı.
İlk olarak Arşimet daire çevresinin çapına oran olan pi sayısını,daire içine ve dışına çizilmiş düzgün çokgenler yardımıyla yaklaşıklıkla veren bir metot ortaya koydu. Çok büyük sayıları kolaylıkla belirtmeye yarayan bir yöntem bularak Yunan sayı sistemini geliştirdi. Yayların toplama ve çıkarma formüllerini buldu. Koniklerin (elips, parobol,hiperbol) kendi çevresinde dönmesiyle oluşan geometrik şekilleri inceledi. Arşimet ‘in mekanik alanda da başarıları vardır. Sonsuz vidanın hareketli makaranın, palanganın ve dişli çarkın bulucusu olarak tanınır. “Bana bir dayanak noktası gösterin dünyayı yerinden oynatayım” sözü Arşimet’e aittir.
Kurumsal çalışmaları yanında söylenceleşmiş pratik çalışmalarıda vardır. Bunlardan en ünlüsü Syracusa kralı ve dostu Hieron ‘un kendisi için yaptırdığı altın taca başka bir maden karıştırıldığından kuşkulanarak Arşimet ‘ten taç bozulmadan bunu ortaya çıkarmasını istemesiyle ilgilidir. Arşimet bu sorun üstüme düşünür, ancak birşey bulamaz. Bir gün hamamda yıkanırken suyun vücudunun batan bölümünün hacmiyle orantılı bir kuvvetle yukarı doğru ittiğini bulur. Bu yolla tacın saf altından yapılıp yapılmadığını düşünen Arşimet büyük bir sevinçle çrılçıplak olrak sokağa fırlamış ve bağırmıştır: Eureka, Eureka (buldum, buldum )…
Ayrıca Arşimet M.Ö. 215’te Konsal Marcellus komutasındaki Roma ordusuna karşı Syracua kentinin savunmasında yer aldı. Bu savunmada çok uzak mesafelere ok ve taş atan mekanik aletler yaptığı ve kurduğu ayna sistemiyle güneş ışınlarını Roma donanması üzerinde odaklayarak gemileri yaktığı söylenir. Herşeye rağmen Romalılar bir şans eseri Syracusa’ ya girdiler. Marcellus, askerlerine bu büyük adama iyi davranılmasını emretmiştir. Ancak Arşimet ‘I tanımayan bir asker bir problemin çözümüne iyice dalmış olan bilginin kendisine cevap vermemesi üzerine kızarak öldürdü.
Arşimet Prensibi : cisimlerin sıvı ya da gaz ortamlar içerisindeki denge koşullarını açıklayan, fiziğin temel ilkelerinden biridir.
Arşimet’in ortaya koyduğu bu ilkeye göre sıvı ya da gaz ortam içeresinde bulunan bir cismin ağırlığı, kendi hacmine eşit hacimdeki sıvının (gazın) ağırlığı kadar azalır. Eğer cismin yalnız bir bölümü sıvı (gaz) ortam içerisinde bulunursa ağırlığı kadar azalır. Buna göre hacmi V,ağırlığı G, ve yoğunluğu Q olan bir cismin sıvı (gaz)ortam içerisine kalan bölümün hacmi V, sıvının (gazın) yoğunluğuda Q ise cismin sıvı (gaz) ortam içerisindeki ağırlığı G=G-F’ dir. Böylece cismin ağırlığındaki azalmaya neden olan ve sıvı (gaz) tarafından yukarıya doğru etki ettirilen F kuvvetine kaldırma kuvveti denir. Bu kuvvet cismin, sıvı (gaz) içinde kalan bölümün hacmi kadar hacimdeki sıvının ağırlığına eşit olduğundan Arşimet ilkesi matematiksel olarak :
F=VQ-V’Q’=(V-V’)Q=V’Q’ Bağıntılarıyla gösterilir.
Arşimet ilkesinin ilginç sonuçlarından birisi, cismin sıvı ya da gaz ortam içerisinde bulunan bölümün hacmine eşit hacimdeki sıvı ya da gazı, bulundukları kaptan taşırmasıdır. Bu bakımdan kaldırma kuvveti, taşan sıvı ya da gazın ağırlığına eşittir. Bu olay, içinde su bulunan ölçekli bir kaba uygun bir cisim atılarak kolayca gözlenebilir.

13 Kasım 2012 Salı

Gregor Johann MENDEL' in Hayatı (1822-1884)



Avusturyalı rahip , botanik kalıtım bilgini.
Bitkiler üzerinde yaptığı incelemelerle kalıtımın temel yasalarını ortya koymuş ve kalıtım biliminin öncüsü olmuştur.
22 Temmuz 1822’de Silezya’daki Heinzendorf’ta (Bugün Çekoslavakya’da Hyncice) doğdu.6 Ocak 1884’de Moravya’daki Brünn’de (Bugün Çekoslavakya’da Brno) öldü.Çekce ve Almanca konuşulan Silezya’da yerleşmiş üç çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu olan Mendel ‘in babası çiftçi,annesi ise kuşaklar boyu bahçıvanlıkla uğraşan bir ailenin kızıydı.Daha çok küçük yaşlarda ,babasından bitki yetiştirmenin tüm inceliklerini öğrenen Mendel 1833’de Leipnik’teki , bir yıl sonra da Trappav’daki bir liseye gönderildi.Burada üstün başarısıyla dikkati çekince 1840’da lise diplomasını aldıktan sonra üniversite öğrenimine hazırlık amacıyla Olmütz Üniversitesi’nde felsefe derslerini izledi.Ailesinin kısıtlı ekonomik koşulları nedeniyle , bu kurumdaki iki yıllık eğitimini küçük kardeşi Theresia ‘nın çeyiz parasının bir bölümünü harcayarak sürdürebilen Mendel, 1843’te fizik profesörünün önerisiyle Brünn’deki Augustinus tarikatının manastırına girdi ve Gregordini adını aldı.1844-1848 arası bir yandan din eğitimini görürken, bir yandan da manastırın bilimsel araştırmaya önem veren yaklaşımından yararlanarak felsefe Enstitüsü’nde tarım ağırlıklı dersleri izledi.1847’de rahip olan ve kısa süre bir hastanede görev alan Mendel, daha sonra 1849’da Brünn yakınlarındaki Znaim’de bir okula yedek öğretmen olarak atandı.Bu yeni işini sevmiş , ders verme hakkını kazanarak doğa bilimleri öğretmeni olmaya karar vermişti.1850’de bu amaçla girdiği üniversite sınavlarında jeoloji ve zooloji konularında başarı sağlayamayınca bu şansını yitirdi, ancak manastır yetkililerinin de desteği ile bilgisini artırmak üzere Viyana Üniversitesi’ne gönderildi.1851-1853 arası bu kurumda doğa bilimleri ve botaniğin yanı sıra , kendisine daha sonraki araştırmalarında yararlı olacak istatiksel yöntemler konusunda öğrenim gören Mendel, 1854’te Brünn Teknik Okulu’nda fizik ve doğa tarihi dersleri için yedek öğretmenlik görevine getirildi.1856’da yeniden üniversite sınavlarına girdiyse de yine başarılı olamadı.Bu dönemde başladığı bitki melezleme çalışmalarını 1861’e değin sürdürdü.O yıl manastırın baş rahipliğine atandığından ,zaman ayıramadığı bilimsel araştırmalarını büyük ölçüde azaltarak manastırı dini vakıflara daha çok katkıda bulunmaya zorlayan bir yasa nedeniyle yerel hükümetle ve eğitim bakanlığı ile uzun yıllarını alacak bir mücadeleye giren mendel, bu dönemde bir yandan manastırın yönetimi ile, bir yandan da 1876’da yönetim kuruluna atandığı bir Maravya bankasının işleri ile uğraştı.

Hücre Bölünmesinin Nedeni ve Amacı Nedir?

Hücre Bölünmesinin Nedeni ve Amacı
Bir hücreden yeni hücrelerin oluşmasına hücre bölünmesi denir. Hücre bölünmesi bütün canlılarda görülen bir olaydır.
 Hücre bölünmesi hücre çekirdeğinde başlar ve birbirini takip eden evrelerden (safhalardan) oluşur. Yoğurdun mayalanması, bitkilerin büyümesi, tohumun çimlenmesi, yaraların iyileşmesi, büyüme ve gelişme olayları hücre bölünmesi sayesinde gerçekleşir.
 Hücre bölünmesi; mitoz bölünme ve mayoz bölünme olarak iki çeşittir.

 a) Hücre Bölünmesinin Nedeni :
 Hücrelerde yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için yapım (özümleme) ve yıkım (yadımlama) olaylarının yani metabolik faaliyetlerin gerçekleşmesi gerekir. Hücrelerin yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmesi için enerji gerekir ve bu enerjide besinlerden oksijen gazı sayesinde elde edilir. (Besin ve oksijen gereklidir). Hücredeki yaşamsal faaliyetler sonucu da zararlı ve atık maddeler (su, CO2, NH3, madensel tuzlar gibi) oluşur. Hücre içine besin ve oksijenin alınmasını ve yaşamsal faaliyetler sonucu oluşan zararlı ve atık maddelerin hücre dışına atılması hücre zarı sayesinde gerçekleşir.
 Hücreler yaşamsal faaliyetlerini sürdürürken sürekli büyür. Hücrenin büyümesi demek hücre zarının, sitoplâzmanın ve çekirdeğin büyümesi demektir. Fakat sitoplâzmanın (hacimce) büyümesi hücre zarının (yüzeyce) büyümesinden daha fazla olur. Bir süre sonra hücre zarından madde giriş – çıkışı zorlaşır ve çekirdeğin yöneteceği alan sınırlı olduğu için çekirdek hücreyi yönetemez. (Yönetmekte güçlük çeker). Bu anda çekirdek bölünme emrini verir ve bölünme emri verildikten sonra hücre bölünmesi engellenemez.
 Bütün canlılarda hücre bölünmesi çekirdekte yer alan DNA molekülünün emri ile gerçekleşir. Hücrenin bölünebilmesi için belli bir büyüklüğe (bölünebilme büyüklüğüne) ulaşması gerekir.

 b) Hücre Bölünmesinin Amacı :
 Hücre bölünmesinin amacı canlılarda üremeyi ve büyümeyi sağlamaktır.
 Canlılar hücre sayısına göre tek hücreli ve çok hücreli canlılar olarak iki grupta incelenir.
 Tek hücreli canlılarda hücre bölünmesinin amacı (hücre sayısını arttırarak) çoğalmayı (üremeyi) sağlamaktır.
 Çok hücreli canlılarda hücre bölünmesinin amacı (hücre sayısını arttırarak) doku, organ ve sistemlerin büyüyüp gelişmesini, yıpranan dokuların onarılmasını, ölen hücrelerin yerine yenilerinin yapılmasını sağlamaktır. Bazı çok hücreli canlılarda sperm ve yumurta hücrelerinin oluşturulması hücre bölünmesi sayesinde sağlanır.

 NOT : 1- Hücre bölünmesinin nedeni çekirdek/sitoplâzma oranının veya hacim/yüzey oranının
 bozulmasıdır. Hacim (sitoplâzma hacmi) r3 ile, yüzey (hücre zarı) r2 ile orantılı olarak büyür.
 2- Hücrede bölünme emri, çekirdekte yer alan DNA molekülü tarafından verilir. DNA’nın emri dışında, kontrolsüz şekilde hücreler bölünürse kanserli dokular oluşur.
 3- Hücre, yüzeyi arttırmak, hacmi azaltmak için bölünür.
 4- Hücre bölünebilme büyüklüğüne ulaştığında çekirdek bölünme emrini vermezse hücre parçalanır.
 5- Çok hücreli canlılarda hücre bölünmesi bazı hücrelerde hızlı, bazı hücrelerde yavaş gerçekleşirken bazı hücrelerde belli bir dönemden (yaştan) sonra hiç bölünmezler. İnsanlarda kan, deri, bağırsak hücreleri hızlı, kas hücreleri yavaş bölünürken sinir ve retina hücreleri de belli bir yaştan sonra hiç bölünmezler.
 

11 Kasım 2012 Pazar

Mitoz Bölünme Nasıl Yapılır?

Mitoz Bölünme ( Konu Anlatımı)

Hücre bölünmesi tüm canlılarda görülen bir olaydır. Bu olayın amacı hücre bölünmesinin gerçekleştiği canlı veya hücreye bağlı olarak yeni hücreler meydana getirmek, yenilenme ve büyümeyi sağlamaktır. Ayrıca bazı canlılarda yumurta ve sperm gibi eşey hücrelerini oluşturmaktır. Bir hücrenin bölünmesi için önce hücrenin belli bir büyüklüğe ulaşması gerekmektedir.

Hücre bölünmesi, bir hücreli canlıların çoğalması, çok hücreli canlıların büyümesi erkek ve dişi eşey hücrelerinin meydana gelmesi için gerekli bir olaydır. Hücre bölünmesi vücut hücrelerinde mitoz, eşey hücrelerini oluşturmak için mayoz olmak üzere iki farklı şekilde gerçekleşir.





Hücre mitoz bölünme sırasında üstteki şekilde görüldüğü gibi birbirini takip eden farklı evrelerden geçer


Mitoz Bölünme de dikkat edilecek hususlar
Tek hücrelilerde çoğalma , çok hücrelilerde büyüme için kullanılır.
Yıpranan ve yaralanan hücrelerin iyileşmesi mitoz ile olur.
Oluşan hücrelerin Kromozom bilgisi aynıdır.
Büyüme sırasında mitoz bölünme hızlıdır.
Sinir, Sperm ve Yumurta hücrelerinde mitoz bölünme olmaz.

Bu evreler sırasında; ( Mitoz Evrelerinin Oluşum Sırası Önemlidir)
*Çekirdeğin ve sitoplazmanın bölünmesiyle iki yavru hücre oluşur.
*Hücre bölünmesi öncesinde çekirdekte bulunan ve canlının kalıtsal özelliklerini taşıyan maddenin (kalıtım maddesi) birer kopyası yapılır.
*Bu kalıtım maddesi mitozun başlangıcında kromozom adi verilen yapılara dönüşür.
*Mitozun ilk evresinde kromozomlar belirgin halde görülmeye baslar.
*Daha sonraki evrelerde hücrenin ortasında dizilen kromozomlar, hücrenin karşılıklı kutuplarına doğru hareket eder.
*Böylece oluşacak hücrelerin ikisi de kromozomların, dolayısıyla kalıtım maddesinin birer kopyasını almış olur.
*Bu şekilde çekirdek bölünmesini tamamlayan hücre, sitoplazma bölünmesine geçer.
*Sitoplazma bölünmesi sırasında hayvan hücresi  ortadan ikiye boğumlanır ve mitoz bölünme tamamlanır.

Bitki hücresinde ise hücrenin ortasında ara lamel adi verilen bir yapı oluşarak hücre ikiye bölünür. Mitoz bölünmede, ana hücreden iki yavru hücre oluşur. Oluşan bu hücreler ana hücre ile ayni sayı ve özellikteki kromozomları içerir. Vücut hücreleri anne ve babadan gelen kromozom çiftlerine sahiptir. Bir takim halinde kromozom içeren hücreler "n" ile gösterilir. Bir takim (n) anneden, bir takim (n) babadan gelmek üzere iki takim kromozom bulunduran hücreler ise "2n" ile gösterilir. Örneğin insanların vücut hücrelerinin kromozom sayısı2n=46'dir. Öyleyse insanların vücut hücrelerinde 23 çift kromozom olduğunu söyleyebiliriz.

Kromozom sayıları ile canlıların büyüklüğü ve gelişmişliği arasında bir ilişki yoktur. Tablodaki bilgilerden yola çıkarak
kromozom sayıları fazla olan canlıların, örneğin kromozom sayısı 94 olan deniz yıldızının insandan daha gelişmiş olduğunu söyleyemeyiz.


6 Kasım 2012 Salı

Havasız Ortamda Kaldırma Kuvveti


Şekil – I de hava ortamında eşit kollu terazinin kollarına asılarak hacimleri farklı cisimler dengeleniyor. Hava boşaltıldığında terazi Şekil – II deki durumu alıyor. Çünkü hava ortamında, hacmi büyük olan cisme daha fazla kaldırma kuvveti uygulanır. Hava dışarı alındığında bu kuvvet ortadan kalktığı için hacmi büyük olan cisim aşağı iner.
Eğer havasız ortamda aynı terazi dengelendikten sonra hava ortamına çıkarılsaydı, bu durumda da hacmi büyük olan cisim yukarı kalkardı.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Kanser Nasıl Oluşur?

Kanser hastalığı insan yaşamını ve sağlığını tehdit eden hastalıklar listesinde en üst sırada yer almaktadır. Kanser hastalığının gelişimi üzerine yapılan araştırmalar; kanser hastalığının görüldüğü organdaki hücrelerin DNA yapısının bozularak, anormal derecede büyüdüğünü ve bu büyüme sonucunda da halkın ur olarak adlandırdığı tümör oluşumuna neden olduğu saptanmıştır. Bilim adamaları kanser hastalığının nasıl geliştiğine dair önemli ipuçlarına ulaşmış olsa da, tümör yapısının oluşmasına neden olan vücut hücrelerinin neden böyle bir davranış içerisinde girdiğine kesin bir açıklama getirememiştir. Bu nedenle kanser bilgi konusunda oldukça eksiklerin olduğu bir konudur ve kanser çeşitlerine göre de bilginin daha da azalması söz konusu olabilir.
Halkımız insan sağlığı konusundaki birçok konuda ne yazık ki çok kısıt bir bilgiye sahiptir ve ısrarla herhangi bir araştırma yapmamak için direnmektedir. 21. yüzyılda yaşıyor olmamıza rağmen hala çok büyük bir oranda; kanser bulaşıcı mı,lenfoma bulaşıcı mıdır şekildeki sorular sorulmaktadır. Kuşkusuz bu sorunların bir de kanser çeşitleri olarak sorulanları vardır. Kanser çeşitlerine ve genel olarak kanser hastalığına dair bu tür soruları cevaplamak gerekirse; kanser bulaşıcı mı, hayır kanser hastalıklarının hiçbir türü bulaşıcı değildir. Kanser bulaşıcı mı nasıl bulaşır; kanser hastalıklarının hiçbirisi el ile temasla, cinsel birliktelik ile ya da herhangi bir şekilde asla bulaşmamaktadır.
Rahim ağzı kanseri bulaşıcımıdır; tüm kanser türlerinde olduğu gibi, rahim ağzı kanseri de bulaşıcı bir hastalık değildir. Çünkü kanser hastalığının temas ya da kan yolu ile bulaşma imkânı yoktur. Rahim ağzı kanseri bulaşıcımıdır; rahim ağzında görülen kanser değil ancak rahim ağzında bulunan ve kanser hastalığını tetikleyen HPV virüsü bulaşıcıdır. HPV virüsü rahim ağzındaki dokuya yerleşerek, buradaki hücrelerin yapısını bozar ve kansere zemin hazırlar. Cinsel ilişki ile HPV virüsü diğer insanlara bulaşabilmektedir.
Cilt kanseri bulaşıcımıdır; en yaygın sorulardan birisi olmak ile birlikte cevabı yine hayırdır. Mide kanseri bulaşıcımıdır; hayır mide içerisindeki tümörün dışarı çıkarak başka bir insanın vücuduna girme ihtimali kuşkusuz yoktur. Akciğer kanseri bulaşıcımıdır; hayır tüm kanser türlerinde olduğu gibi bu tür de bulaşıcı değildir.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Burun Ve Yapısı


Burun boşluğunun üst tarafında koku almaçlarının yoğunlaştığı sarı bölge bulunur. 
Burun, kemik ve kıkırdakla desteklenen bir organımızdır. Burun boşluğunun duvarları, burnun nemli kalmasını sağlayan mukus salgısını üreten mukoza tabakasıyla kaplıdır. Burun, soluduğumuz havanın temizlenmesini,  ısıtılmasını, nemlendirilmesini ve çevremizdeki kokuların algılanmasını sağlar.


Bir çiçeğin kokusunu nasıl algılarız? 
Kokulu cisimlerden buharlaşarak havaya karışan tanecikler, sarı bölgedeki mukus sıvısında çözünerek koku almaçlarını uyarır. Kokunun algılanması için bundan sonra gerçekleşen olaylar nelerdir? Açıklayalım.


Bir süre aynı kokuyu alacak olursak bir müddet sonra bu kokuyu hissedemeyiz. Ancak ortama farklı bir koku geldiğinde bu yeni kokuyu fark ederiz.




25 Mayıs 2012 Cuma

Deri Hastalıkları Ve Bu Hastalıkların Tedavi Yolları


Deri hastalıkları, kesici, ezici cisimler ile kimyasal maddelerin verdiği zararlardan oluşabildiği gibi parazitler sebebiyle de ortaya çıkabilmektedir. Bazı mikroorganizmalar da derideki herhangi bir yaranın üzerine yerleşerek deri iltihaplanmalarına yol açabilir. Alerjik deri hastalıkları arasında ise kurdeşen ve egzama sayılabilir. 
Bazı deri hastalıklarının teşhisinde dermatoskop adı verilen cihaz kullanılır. Açık tene sahip ve vücudunda çok sayıda ben bulunan kimseler ile daha önce aile üyelerinden biri deri kanserine yakalanmış kişilerin cilt kanseri olma olasılığı yüksektir. Bu kişilerin derilerindeki güneş lekeleri ve benler dermatoskop ile incelenir.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Derimiz Ve Yapısı


Deri, en büyük duyu organımızdır ve vücudumuzun dışını tamamen kaplar. Aşağıdaki şekli inceleyerek derinin bölümlerinin ve bu bölümlerin görevlerinin neler oldu¤unu belirtelim. 

Üst Deri: Derinin alt bölümlerini dış etkenlerden koruyan tabakadır. Derimizin rengini üst deride bulunan özel hücreler belirler.

Alt Deri: En altta bulunan yağ tabakası vücudumuzu çarpmalara karşı korur. Ayrıca vücudumuzun ısı kaybını önler. Alt deride yer alan ter bezleri, terleme ile boşaltıma yardımcı olur. 

Duyu Almaçları: Derimizde dokunmaya, ağrıya, basınca, sıcak ve soğuğa tepki veren milyonlarca duyu almac vardır. Duyu almaçları çevremimizi algılamamızı sağlar.
NOT: Derinin her yerinde aynı miktarda duyu almacı olmadığından duyuları derimizin her bölgesinde aynı oranda algılayamayız. Parmak uçları ve dudaklar gibi bölgelerde 
algılama daha fazladır.



23 Mayıs 2012 Çarşamba

Kulağımız Ve Yapısı


İşitme ve dengemizi sağlayan duyu organımız olan kulak dış kulak, orta kulak ve iç kulak 
olmak üzere üç bölümden oluşur.

Yarım daire kanalları: Vücudumuzun dengesi ile ilgili bilgileri beyinciğe iletir.

İşitme sinirleri: İşitme almaçlarından aldığı bilgiyi beyine iletir.

Salyangoz: Ses dalgaları işitme almaçları aracılığı ile işitme sinirlerine iletir.


Bunları Biliyor muydunuz?

• Kulağımız, kulak yolundaki kıllar ile birlikte kulağa giren toz vb. maddelerin kulak 
zarına ulaşmasını engelleyen bir sıvı salgılar. 
• Östaki borusu orta kulaktan yutağa açılır ve orta kulak ile dış ortam arasındaki 
basınç farkını dengeleyerek kulak zarının yırtılmasını engellemiş olur




22 Mayıs 2012 Salı

Göz Kusurları


Renk körlüğü (Daltonizm): Yanda renk körlüğünün belirlenmesinde kullanılan şekillerden biri görülmektedir. Genellikle kırmızı ve yeşil renklerin birbirinden ayırt edilemediği bir göz kusurudur. Tedavisi yoktur. 
Şaşılık: Gözü hareket ettiren kasların uyumsuzluğu sonucunda oluşur, ameliyatla giderilebilir.
Miyopluk: Görüntü sarı lekenin önünde oluşur. Yakını iyi görür, uzağı göremez. Mercekle düzeltilir.


Hipermetropluk: Görüntü, sarı lekenin arkasında oluşur. Uzağı iyi görür,  yakını göremez. Mercekle düzeltilir.

Astigmatizm: Göz merceği yüzeyinin pürüzlü bir hâl alması ya da korneanın kavislenmesi sonucunda görüntü sarı lekeye bulanık ve şekli  bozuk olarak düşer. Mercekle düzeltilir.
Katarakt: Göz merceğinin içindeki sıvının ya da göz merceğinin saydamlığını kaybetmesi sonucunda görüntü sarı lekeye düşmez. Ameliyatla düzeltilebilir.



21 Mayıs 2012 Pazartesi

Nasıl Görürüz?


1. Cisimlerden yansıyan ışık ışınları, önce saydam  tabakaya gelir ve burada kırılır. Kırılan  ışın göz 
bebeğine gelir.
2. Göz bebeğinden gelen  ışınlar, göz merceğinde tekrar kırılarak ağ tabaka üzerine düşer. 
3. Işığa duyarlı almaçlar›n bulunduğu ağ tabakada yer alan sarı leke üzerinde ters bir görüntü oluşur. Oluşan görüntü buradaki görme almaçları tarafından algılanır.
4. Algılanan görüntü, görme sinirleri vasıtasıyla beyindeki görme merkezine iletilir. Ters görüntü, beyindeki görme merkezinde düz olarak algılanır. Böylece görme gerçekleşir. Yani gözümüzle 
değil, beynimizle görürüz.

20 Mayıs 2012 Pazar

Gözün Yapısı


Göz, çevremizden aldığı ışık sayesinde görmemizi sağlayan duyu organımızdır. Gözümüzü koruyan yapılar, kaşlar, göz kapakları ve kirpiklerdir. Ayrıca gözyaşı bezleri gözümüzün sürekli nemli kalmasını sağlar ve toz gibi zararlı etkilere karşı gözümüzü korur.
Göz, sert tabaka, damar tabaka ve ağ tabaka (retina) olmak üzere üç bölümden oluşur. 
Sert Tabaka: Gözün dışında bulunan beyaz renkli kısımdır ve gözü dış etkilerden korur. 
Damar Tabaka: Sert tabakanın altında yer alır ve gözün beslenmesini sağlayan damarlardan oluşur. İris, gözümüze gelen ışığın şiddeti fazla olduğunda göz bebeğini daraltır, az ışıklı ortamlarda ise göz bebeğinin büyümesini sağlar.
Ağ Tabaka (Retina): Duyu almaçlar›ndan gelen sinirlerin birleşerek göz yuvarlağının arka 
tarafından çıkıp beyne gittiği kör nokta ağ tabakada bulunur.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

İç Salgı Bezleri


İç salgı bezlerimiz, denetleme ve düzenleme görevlerini hormon adı verilen özel salgılar üreterek yerine getirir. İç salgı bezlerinin ürettiği hormonlar, görevini düzenleyecekleri organlara, kan yoluyla taşınır. Yandaki şekilde hipofiz bezi ve kan damarlar› görülmektedir. 
İç salgı bezlerimiz, denetleyici ve düzenleyici görevlerini uzun sürede ve sürekli olarak gerçekleştirir. Sinir sistemimiz ise çok hızlı ve kısa süreli bir şekilde çalışır.
Her bir hormon, farklı etkilere sahiptir. Aşağıdaki flemada, bazı iç salgı bezlerimiz ile bunların salgıladıkları hormonlara örnek verilmiştir. 
Şemayı inceleyerek dişi ve erkek iç salgı bezlerinin ürettiği hormonları ve bu hormonların görevlerini belirleyelim.

Hipofiz
SalgıladığıHormon: Büyüme hormonu
Görevleri:
• İç salgı bezlerinin çalışmasını denetler ve düzenler.
• Büyümeyi sağlar.
• İç salgı bezleri ile sinir sistemi arasındaki uyumu sağlar.

Tiroit
Salgıladığı Hormon: Tiroksin hormonu
Görevi:
• Büyümeyi, gelişmeyi ve vücudumuzdaki diğer kimyasal olayları düzenler.

Pankreas
Salgıladığı Hormonlar ve Görevleri: 
İnsülin: Kan şekerini düşürür.
Glukagon: Kan şekerini artırır.

Böbreküstü
Salgıladığı Hormon: Adrenalin hormonu
Görevi:
• Korku,  coşku,  heyecan ve öfke anlarında metabolizmayı hızlandırır.

Testis
Salgıladığı Hormon: Eşeysel hormonlar
Görevleri:
• Ergenlik döneminde, erkeğe özgü özelliklerin oluşmasını sağlar.
• Erkek üreme hücrelerinin (sperm) oluşmasını sağlar.

Yumurtalık
Salgıladığı Hormon: Eşeysel hormonlar
Görevleri:
• Ergenlik döneminde, dişiye özgü özelliklerin oluşmasını sağlar. 
• Dişi üreme hücrelerinin (yumurta) oluşmasını sağlar.






18 Mayıs 2012 Cuma

Refleks Nedir?


Yeni doğan bebeğin emme hareketi, yanan bir mumdan parmağın hızla geri çekilmesi, yüksek sesten ürkmek, öksürmek, hapşırmak, yutkunmak gibi hareketleri düşünmeden gerçekleştirdiğimizi fark ettiniz mi? Göz bebeğimizin ışıkta küçülüp karanlıkta büyümesi de düşünmeden gerçekleştirdiğimiz hareketlerdendir. Bu hareketleri niçin düşünmeden yapıyor olabiliriz?
Vücut sıcaklığımız biraz yükselince terlemeye başlarız. Loş bir ortama girdiğimizde göz bebeklerimiz hemen büyürken ışığa bakınca aniden küçülür. Gözümüze doğru gelen bir cisim karşısında gözlerimizi farkında olmadan kapatırız. Bu hareketler isteğimiz dışında gerçekleşir ve vücudumuzun kendisini korumasını sağlar.
Yandaki  şekilde görüldüğü gibi elimizi yanan bir muma yaklaştırdığımızda derimizdeki acı hissini alan sinirler bunu omuriliğe iletir. Omurilik, kaslarımızın hemen kasılarak elimizin çekilmesini sağlar. Kontrolümüz dışında gerçekleşen bu hareket elimizin zarar görmesini engeller. 
Vücudumuzun dışarıdan gelen ışık, ses gibi bir uyarıya ani ve hızlı bir hareketle tepki göstermesine refleks denir. Refleksler, sürekli ve hızlı bir biçimde gerçekleşir ve bu sayede vücudumuzun kendini savunmasını sağlar. Refleks hareketlerimiz, omurilik tarafından gerçekleştirilmesine rağmen beynimiz tarafından kontrol edilir. 
Araba ve bisiklet sürmek, örgü örmek, dans etmek, yüzmek, limon görünce ağzımızın 
sulanması gibi hareketler de reflekstir. Bu hareketleri ise tekrarlayarak öğreniriz. Bunları bir kez öğrendikten sonra bir daha unutmaz ve düşünmeden gerçekleştiririz.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Vücut Nasıl Tepki Verir?



  • Ses, ışık, koku, tat, basınç gibi vücudumuzun içinde veya çevremizde meydana gelen ve vücudumuzda belirli bir tepkiye sebep olan etkilere uyarı denir. 
  • Uyarılar duyularımızda bulunan özel hücrelerle alınır.
  • Uyarı, sinirler ile merkezî sinir sistemine uyartı mesajı  şeklinde taşınır.
  • Uyartı mesajı beynimizdeki ilgili bölümde değerlendirilir ve uyarıya karşı bir cevap oluşur.
  • Beynimizde oluşan bu cevap yine sinirler aracılığıyla ilgili organ ya da yapılara iletilerek uyarıya tepki verilir.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Sinir Sistemimiz



Sinir   sistemimiz   vücudumuzdan   ve çevreden   aldığı bilgileri   değerlendirir, bunlara uygun cevaplar oluşturur ve böylece
vücudumuzun düzenli ve uyumlu bir şekilde çalışmasını sağlar. Yandaki şemada görüldüğü gibi, sinir sistemimiz iki bölümden oluşur. Şimdi gelin, bu sistemin bölümlerini ve görevlerini
daha yakından inceleyelim. Merkezi Sinir Sistemi Merkezî sinir sistemi beyin ve omurilikten oluşur.
Beyin: Vücudumuzun öğrenme, hafıza ve yönetim merkezidir.
• Duyu organlarımızdan gelen bilgileri değerlendirir.
• Konuşma ve istemli hareketlerimizin gerçekleşmesini sağlar.
• Acıkma, susama, uyku ve uyanıklık gibi olayları düzenler.
• Kan basıncımızı ve vücut sıcaklığımızı ayarlar.
• Merkezî sinir sistemimizdeki diğer organların yardımıyla organlarımızın ve sistemlerimizin çalışmasını düzenler.
Beyincik ve omurilik soğanı, beynin bölümleridir.
Beyincik: Vücudumuzun hareket ve denge merkezidir.
• Kol ve bacaklarımızdaki kasların birbiriyle uyumlu çalışmasını düzenleyerek hareketlerimizin dengeli olmasını sağlar.
Omurilik Soğanı: Beyin ve diğer vücut organları arasındaki bağlantıyı sağlar. Omurilik soğanı, isteğimiz dışında çalışan iç organlarımızın kontrol merkezidir.
•  Solunum, dolaşım, boşaltım ve sindirim sistemlerimizin çalışmalarını düzenler.
• Nefes alma, yutma, öksürme, çiğneme, hapşırma ve kusma gibi olayları kontrol eder.
Omurilik: Omurilik soğanından başlayıp kuyruk sokumuna kadar uzanır. Omurilik, omurgamız içerisinde yer alan bir sinir kordonudur.
• Beyinle diğer organların arasındaki bilgi iletimini sağlar.
• Refleks davranışlarımızı gerçekleştirir.
Sinir sistemimiz, vücudumuzu ağ gibi saran milyarlarca sinirden meydana gelir. Bu sinirleri, yandaki resimde görülen binlerce sinir hücresi (nöron) oluşturur.
Çevresel Sinir Sistemi
Yukarıdaki resimde merkezî sinir sistemi ile birlikte çevresel sinir sistemimiz ve onu oluşturan sinirler görülmektedir. Çevresel sinir sistemimizin vücudumuzun her tarafını sarar.
Merkezî sinir sistemi dışında yer alan milyonlarca sinir, çevresel sinir sistemini oluşturur. Çevresel sinir sistemi, merkezî sinir sistemi ile organlar arasındaki iletişimi sağlar. Sinirler beyin ve omurilikten çıkarak deri, gözler, kaslar, dişler ve kemiklerin içi dâhil olmak üzere her yerimizde bulunur.

15 Mayıs 2012 Salı

İdrar Nasıl Oluşur?


1. Kan, böbrek atardamarları yoluyla böbreklere gelir. Kandaki zararlı maddelerle birlikte 
yararlı maddeler de nefronlarda süzülür. 
2. Süzülme sırasında kan içindeki yararlı maddeler nefronlarda geri emilir ve yeninden 
kana geçer. 
3. Süzülerek temizlenen bu kan, böbrek toplardamarı ile böbreklerden çıkar. 
4. Süzülmeden sonra kalan tuzun ve suyun fazlası ile üre, idrarı oluşturur.
5. Oluşan idrar, üreter ile idrar kesesine taşınır ve burada toplanır.
6. idrar, üretra ile vücuttan dışarı atılır.  

 Bunları Biliyor muydunuz?
 Böbreklerimiz her 10-20 dakikada bir vücudumuzdaki kanı süzer. Bu işlem günde 100-150 defa tekrar edilir. Bir günde yaklaşık 500 litre kan böbreklerimiz tarafından süzülerek 1,5 litre idrar üretilir. Bunun da hayatımız boyunca ortalama 45 000 litre idrar ürettiğimiz anlamına geldiğini biliyor muydunuz?

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Böbrek ve Böbrek Nakli


Ülkemizdeki böbrek yetmezliği hastalarının toplam sayısının 30 000 olduğu bilinmektedir. Böbrek yetmezliği olan hastaların vücutlarında, böbrekler vasıtasıyla süzülmesi   gereken  maddelerin bir kısmı kana karışır. Böbrekleri çalışmayan ya da yetersiz çalışan bu hastalar için diyaliz veya böbrek nakli tedavisi uygulanır. Bu hastalar, organ   nakli   yapılamadığından , böbreklerin görevini yerine getiren diyaliz cihazlarına bağlanır. Ancak diyaliz cihazına bağlanmak geçici bir çözümdür. Bu tedavi ile hastalar tam olarak iyileşememekte, sadece kanlarının süzülerek temizlenmesi sağlanmaktadır.
Böbrek yetmezliği hastalığının tam olarak tedavi edilebilmesi için böbrek nakli yapılması gerekmektedir. Böbrek nakli olabilmek umuduyla hayatlarını sürdürmeye çalışan bu hastalardan yılda yaklaşık 600’ü bu imkâna kavuşuyor. 

Böbreklerimiz, vücudumuzun çeşitli faaliyetleri sonucunda oluşan atık maddeleri kanımızdan 
süzerek uzaklaştırır.
Kanımızda atık maddelerin yanı sıra karbonhidratların, yağların ve proteinlerin sindirilmesi sonucunda oluşan küçük moleküller ile vitamin ve su gibi yararlı maddeler de bulunur. Öyleyse, böbreklerimizin kanımızı süzerken kanımızın içindeki yararlı maddeleri koruyup atık maddeleri 

uzaklaştırması gerekir. Peki, böbrekler bunu nasıl gerçekleştirir? 
Her bir böbrekte, yaklaşık bir milyon nefron  bulunur. Nefronlar boşaltım maddelerini kandan süzer ve idrarı oluşturur. Böylece kanımız zararlı atıklar ve üreden temizlenmiş olur.

Nefron, kanımızın içindeki zararlı atıkları ve üreyi süzerek temizler.